Referandum sonuçlarının televizyon ekranlarından açıklanmasının ardından yağdanlığın şövalyeleri sahte
“özgürlük” çığlıkları atmaya başladılar! Öyle bir manzara yarattılar ki, sanki demokrasi, rejimin damarlarına kadar sızacakmış da biz habersiz kalmışız!..
Oysa tarikatların, cemaatlerin, rantiyenin, liboşların, yandaşların ve devlet olanaklarının çılgınca kullanıldığı bir propaganda sürecinin tek hedefi vardı; gericilik ve eğitimsizliğin kıskacında, yoksullaştır – köleleştir zihniyetine kurban edilmiş kitleler!..
Şimdi biz bu potansiyelin AKP’ye kazandırdığı galibiyete demokrasi mi diyeceğiz?.. Gelin bunun nasıl temelsiz bir demokrasi aldatmacası olduğunu gerekçelendirelim de, bellerine kadar yağ küpüne batmış zavallılar aydınlanmış olsun!..
Referandumda evet oylarının fazla çıkmasının onlarca nedeni var… Ya da bu sonuç bize çok şey anlatan onlarca gerekçeden oluşuyor… İşte ilk gerekçe:
Biz artık toplumun neredeyse yüzde 58’inin, AKP’nin ülkeyi uçuruma götüren uygulamalarından, işsizlikten, yoksulluktan, açlıktan ve terörden hiç de mustarip olmadığını anladık…
Yani “evet”çi kitleye bakarsanız ülkede her şey güllük gülistanlık!.. Anlaşılıyor ki herkesin keyfi yerinde!.. Demek ki neredeyse hiçbir evde işsiz kimse yok!.. Bütün gençler üniversiteli!.. Emekliler maaşlarıyla pekâlâ geçiniyorlar!.. Ev hanımı kölelerinin keyfine ise diyecek yok!..
Hele üreticilerimiz yok mu, onlar hemi de ne biçim göbek atıyorlar!.. Mazot fiyatları onları pek etkilememiş!.. Tarlada kalan, çöpe dökülen ürünleri yokmuş onların!.. Demek ki hiçbirinin tarlası, bağı, bahçesi ipotekli değil!.. Belli ki hepsi bankalardaki kredi borçlarını da bir şekilde ödemişler!..
Yine belli ki tamamı kilerlerini pirinçle, unla, şekerle ve yağla doldurmuş. Eeeee.. kışlık kömür de stoktaysa vatandaşın, geriye bir tek demokrasi eksiği kalıyordu ki, onu da referandumda hallediverdiler?..
Rantiye kıskacı!..
İkinci gerekçenin merkezinde ekonomik gücün yarattığı kıskaç vardı; AKP sokakları, duvarları, billboard’ları, apartmanları, otoyolları, hatta kaldırımları kusturacak boyutta “evet” propagandasını içeren materyallerle donatmıştı.
Üstelik Türkiye’nin bütün kentlerinde ne kadar meslek örgütü varsa, AKP Genel Merkezi hepsinin adına “evet” propagandası içeren pankartlar hazırlamış ve adrese teslim etmişti!..
AKP’nin yalnızca rantiyenin de desteğiyle yarattığı propaganda baskısı yoktu. İktidar medyası ve onun kalem köleleri, rejimi sarsacak bu anayasa değişikliğini dayatmak için gazetecilik mesleğinin bütün kuralları ve ahlaki değerlerini ayaklar altına aldılar…
Dinci ve de işbirlikçi medyadaki uşaklar, bir korku imparatorluğu yaratılmasında ve yurttaşların sindirilerek etki altına alınmasında büyük rol oynadılar!..
Tarikatlar, cemaatler, dinci gruplar ve de bir türlü varlık gösteremeyecek olan
Saadet Partisi gibi siyasal örgütlenmeler de AKP’nin dümen suyunda rejime karşı karanlık sularda kulaç attılar!..
Propaganda süresince devletin bir tek bürokratı Ankara’da oturmadı. Ve onlar AKP’nin değirmenine su taşımak için kendi memleketlerinde birer forsa gibi çalıştılar!..
Sonunda yüz milyonlarca liralık propaganda bütçesi ile siyaset, bürokrasi ve devletin bütün olanaklarıyla yaratılan psikolojik kuşatma, gericiliğin kıskacında müritleştirilmiş, yoksulluğun kumpasında köleleştirilmiş insanları egemenliği altına aldı!
Gaflete düşen gerekçe!..
Üçüncü gerekçe içimizden çıkıp gaflete düşenlere ait:
Onlar ramazan, bayram ya da tatil kaygısına düşerek sandığa gelme zahmetine katlanmayan milyonlarca insandan oluşuyor.
AKP’nin “laiklik karşıtlarının odağı” ilan edilmesine en çok onlar hak vermişti…
Cumhuriyet mitinglerinde en çok onlar bağırmıştı… Rakı masalarında ülkeyi kurtaranlar da onlardı…
En çok okuyan, en çok sorgulayan, en çok eleştiren ve en çok muhalefet edenler de onlardı!..
Onlar ortadirek denilen kesimi de kapsayan, üstelik hem sosyo-ekonomik hem de düşünsel açıdan varlıklı insanlardı… Geçim sıkıntıları pek yoktu, evleri, arabaları ve yazlıkları vardı ama ne yazık ki irade, kararlılık ve samimiyetten yoksundular!
Onlar bugün yarın; Akdeniz, Ege ya da Karadeniz sahillerindeki yazlıkları, çiftlikleri, bağevleri ya da yaylalarından evlerine dönecekler!..
Ve de kapılarını tatil yorgunluğuyla açtıklarında görecekler ki, evlerine demokrasi hırsızları girmiş!..
Arazide kaybolan gerekçe!..
Dördüncü gerekçe ortayolcular… Yani MHP, Demokrat Parti ve diğerleri…
Serde politikacılık da var ya, referandum süresince arazide bayağı dolaştım… Şu bir gerçek ki, CHP’liler bütün örgütlenmeleriyle referandumdan “hayır” çıkması için ellerinden geleni fazlasıyla yaptılar.
Kısıtlı ekonomik olanaklar CHP’nin performansını olumsuz etkilese de, Kemal Kılıçdaroğlu – Önder Sav ikisilinin azmine inanan parti kadroları Türkiye’nin dört bir yanına dağılarak yurttaşlarla defalarca bir araya geldiler ve tabanı canlı tutmak için çırpındılar.
Referandumdan çıkan yüzde 42 oranındaki “hayır” oyunun en az yüzde 35’inin CHP’lilere ait olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın…
Ama bu propaganda sürecinde ikinci güç olması gereken MHP ne yazık ki arazide yoktu… MHP lideri Devlet Bahçeli Anadolu’yu dolaşmaktan kaçındı, mitingler propaganda sürecinin son günlerine bırakıldı. MHP milletvekilleri gerekli performansı gösteremedi, parti örgütü ise kaderlerine terk edilmenin ezikliğiyle ortada yoktular…
İşte bu gerekçeler MHP tabanında yılgınlığa ve zemin kaymasına yol açtı. AKP’nin muhafazakâr çevrelere yönelik mesajları da etkileyince, MHP kadroları da “evet”çilerin çemberine girmekten kurtulamadı. Yani MHP, 12 Eylül günü hem kendisinin hem de demokrasinin ayağına kurşun sıkmış oldu!..
Tüm bu gerekçeler şunu özetliyor; AKP devletin, siyasetin, bürokrasinin, medyanın ve rantiyenin gücünü kullanarak anayasa değişikliğinin bir tek maddesinden bile habersiz olan milyonlarca insanı müritliğin ve de yoksulluğun cenderesinde sandığa yönlendirdi…
Yani 12 Eylül paranın, pervasızlığın ve rejim düşmanlığının kirli mendillerle halay çektiği kapkara bir güne dönüştürüldü. Şimdi biz buna “köleliğin demokrasisi” demeyelim de ne diyelim?...
___ Mehmet Faraç..